Buğulu Cam
Hak Dostum Hak! diye başlayalım söze
İşte hikâye işte meddah geçelim öykümüze
Efendim, anlatacağım hikâye yaşanmıştır peşinen bilinsin
Bilinsin ki maksat biraz düşünülsün
Efendim, isim isme, cisim cisme, semt semte benzer. Bu hikâyedeki kahramanlar bizlere benzer.
Değerli Dostlar! Hayatın en tehlikeli hastalıklarından biri insanın özünden saklanması veya olduğundan farklı görünmeye çalışmasıdır. Bu zamanda hangimiz kendisi kalabiliyor? Hangimiz bazı şartlarda şekil değiştirmiyoruz? İçinizde elbette özünden gizlenmeyen ve saklanmayanlar vardır, onlara diyecek bir şey yok ama böyle düşünenlerin sayısı çok az. Bu dünyada insan her şey olabilir ama en önemlisi insanın kendisi olmasıdır. Çünkü bu dünyada her insan bir parmak izi gibidir; hiçbir yönüyle bir başkasına benzemez. Hayatta yaşanılan ve karşılaşılan mutsuzluklar, hatalar, sorunlar, stresler ve çekilmez bir hayat, hep “başkaları gibi” olma isteğinden doğmuyor mu? Kendimizi yaratıldığımız gibi kabul etmek ve bir benzerimizin daha olmadığına inanmak huzurlu bir yaşam için yeterli değil mi?
Efendim, gelelim hikâyemize… Hikâyemizin kahramanı on beş yaşlarında esmer, zayıf ve uzun boylu bir delikanlı… İsmi Muhtar’dı. Muhtar İstanbul’da iyi bir lisede eğitim görüyordu. Babası emekli öğretmen, annesi ev hanımıydı. Muhtar’ın lise döneminden itibaren okuldaki davranışlarında hep bir tuhaflık vardı. Nasıl mı? Muhtar, içine kapanık, mutsuz, yalnız ve hiç kimseyle konuşmayan birisiyken sosyal medya hesaplarında dünyanın en mutlu insanıymış gibi görünmesi ve yüz binlerce takipçiye sahip olması gibi… Sizce de tuhaf değil mi? Normal hayatta bir kişi ile sohbet edemeyen birisinin sanal âlemde binlerce kişi ile yazışması… Aslında Muhtar’ın özden gizlenme hikâyesi, kendisi olamama ya da olduğundan farklı görünmeye çalışma isteği daha o zamanlarda başladı. Muhtar, okulda farklı, evde farklı, mahallede farklı davranıyordu.
Muhtar’ın hayatı lise ikinci sınıftan itibaren değişmeye başladı. Bu değişim Muhtar’ın hayatında bir kırılma noktası oldu. Muhtar, orta halli bir ailede doğmasına rağmen normal hayatta fazla arkadaşa sahip olmak için zengin gibi davranıyordu yani olduğundan farklı görünmeye çalışıyordu. Çünkü kendisini ve yaşantısını kabullenmek istemiyordu dolayısıyla başkalarına hayatını farklı göstermek için de elinden gelen her şeyi yapıyordu… Son model telefonlar, pahalı kıyafetler, hiç bitmeyen gezi seyahatleri… Fakat bunların hepsini babasının kredi kartından harcadığını ya da yeni çıkan bir telefonu almak için 24 ay taksit yaptığını kimse bilmiyordu… Anne ve baba Muhtar’ın bu davranışlarını yaşının henüz küçük olmasına bağlamışlardı ve her seferinde aynı sihirli cümleyi kullanırlardı:
- Büyüyünce düzelir!
Neyse efendim, Muhtar zaman içerisinde olgunlaştı, büyüdü ama kendisi olamama durumu hâlâ devam ediyordu. Çünkü yine mutsuzdu. Çevredeki insanların hayatına özendiğinden, onlar gibi olmak istediğinden hayatı net olarak göremiyor, buğulu camlar ardından izliyordu. Onun için her şey belirsizdi. Haaa! Şimdi hakkını yemeyelim, Muhtar’ın sosyal medyada paylaştıklarını bir görseniz, çok zengin insanlar bile bu kadar lüks bir hayata sahip değildi zannımca… Hayatında hiç görmediği yemekleri yemiş gibi paylaşması, okumadığı kitapları okumuş süsü vermesi, hiç gitmediği yerlere gitmiş gibi fotoğraflar ve hikâyeler paylaşması… Efendim bu liste uzar da gider… Muhtar, hayatında yapmak isteyip de yapamadığı şeyleri bilinçaltına atmıyordu, “Instagram”a atıyordu.
Neyse efendim, Muhtar her genç gibi liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavlarına girdi ve sınavlardan beklenmedik bir şekilde yüksek bir puan alarak Tıp bölümünü tutturdu. Şaşırdınız değil mi? Ne yani Muhtar’ın okulda tuhaf davranışlar sergilemesi, kendini olduğundan farklı göstermesi Tıp kazanamayacağı anlamına mı geliyordu? Evet, Muhtar tuhaftı ama çok zekiydi. Neyse efendim, o artık bir doktor adayıydı… Gel zaman git zaman derslerden kalsa da dokuz senenin sonunda üniversite eğitimini tamamladı ve mezun olmayı başardı. Ardından İstanbul’un en büyük hastanelerin birinde göz doktoru olarak görevine başladı. İnsanların görebilmek için medet umduğu bir doktor… Ama Değerli Dostlar! Muhtar, hâlâ aynı Muhtar’dı. Evet, doktor oldu ama hayatı sadece gösterişe dayalı bir doktordu ve bu yüzden yine çok mutsuzdu. Çünkü iyi bir maaşı olmasına rağmen maaşının hiç yetemeyeceği şeylere özeniyordu ve gerçekleştiremeyince kahroluyordu… Ama Muhtar’ın çevresindeki insanlar onun kariyerini ve yaşantısını gördüklerinde onun yerinde olmak için neyini vermezlerdi ki… Efendim, dervişe sormuşlar “insan mutlu olmak için ne yapmalı? Derviş cevap vermiş: “Kendisi olmalı.” Derviş ne güzel cevap vermiş değil mi? Demek ki insanın kendisi olması, mutluluğun esas kaynağıydı. Muhtar’ın tam olarak sıkıntısı da buydu; kendisi olamadığı için mutlu değildi.
Neyse efendim, aradan yıllar geçti. Muhtar bu çetrefilli dünyaya daha fazla uyum sağlayamadığından psikolojisini bozmuştu. Muhtar kim olması konusunda kararsızdı ve her defasında farklı bir maske takıp yeni bir kimliğe bürünüyordu. Hayatı net olarak göremeyen ve kişilik bozukluğu yaşayan bir doktorun hastalara faydalı olması da beklenemezdi değil mi? Kısacası o artık psikolojisi bozuk bir doktordu ve durumu gittikçe kötüleşiyordu. Muhtar bir türlü kendisini bulamıyor ve kimlik bunalımı yaşıyordu. Efendim, çok geçmeden Muhtar, hayatındaki tutarsızlığa ve mutsuzluğa dayanamayıp akli dengesini kaybetti ve akıl hastanesine yatırıldı. Böylece Muhtar’ın hayat hikâyesi mutsuzlukla başladı ve mutsuzlukla devam etti. Muhtar’dan geriye sadece ne kaldı biliyor musunuz? Yaşamadığı halde yaşamış süsü verdiği sosyal medya paylaşımları…
Değerli Dostlar! Sonu olmayan bir yolda farklı görünmek için kendinizin dışına çıkarak bir şeyler yapmaya çalışmayın. Yetersiz olduğunuz bir konuda da yeterliymiş gibi davranmayın. Çünkü böyle bir ömür geçmez. Bu sebepledir ki; korkaklar; cesur, güçsüzler; güçlü, fakirler; zengin ve cahiller; bilgin gibi gösterir kendini. Bazı insanlar da olduğuyla yetinmezler. Çünkü asıl oldukları kişi olmak istemezler. Bu sebeple bir sürü maske takarlar. O maske de kişiyi yıpratarak hayatını yaşayamaz hale getirir, aynı Muhtar’ın hayatını yaşanılamaz hale getirdiği gibi…
Muhtar’ın durumuna en çok üzülen annesiydi. Annesi her sabah kalkıp akıl hastanesine gidip oğlunu ziyaret ederdi. Gel zaman git zaman Muhtar yıllar sonra ilk defa eline kalem ve kâğıt alıp gizlice bir şeyler yazmaya başladı ama yazdıklarını kimseye göstermiyordu. Bu durumu odasına yemek götüren hemşire fark etti ve annesine anlattı.
Annesi yine bir sabah evden çıkıp akıl hastanesine gitti. Akıl hastanesine vardığında Muhtar’ı bahçede oturmuş, gökyüzünü seyrederken gördü. Annesi bunu fırsat bilerek hemşireye oğlunun kaldığı odayı görmek istediğini söyledi. Bunun üzerine hemşire, Muhtar’ın annesini odaya götürdü. Anne, odaya şöyle dikkatli bir şekilde baktı ve ranzanın hemen altında yırtılmış, buruşmuş kâğıt parçalarını gördü. Oğlunun ne yazdığını çok merak ediyordu. Hemen kâğıt parçalarını toplayıp çantasına koydu ve Muhtar’a görünmeden eve döndü. Anne, eve varır varmaz çantasından kâğıt parçalarını çıkarıp masanın üstüne koydu ve parçaları doğru bir şekilde birleştirmeye çalıştı. Bir süre sonra bütün kâğıt parçalarını doğru bir şekilde bir araya getirerek Muhtar’ın ne yazdığını ortaya çıkardı. Anne, her kâğıda baktığında üzülüyordu. Çünkü Muhtar yaşadıklarını bir şiirle özetlemişti. Değerli Dostlar! Kâğıtta şunlar yazılıydı:
Bir dünya yarattım kendime
Keşke dönüp baksaydım halime
Uçuruma koşarak gittim
Vah benim bu halime
Bu güzel dünyanın içinde
Benim gibi çırpınma
Kendi kurduğun dünyada
Her şey senin elinde
Dr. Muhtar Alsancak
Efendim, “Kendiniz olun, mutlu olun.”
Her ne kadar sürç-i lisan ettiysek affola!
Çok anlamlı bir yazı olmuş Rugeş hocam. Emeğinize sağlık .
Gercekten de hayatımızda var olan şeyler ile yetinmeyi bilmemiz gerekiyor. Çok ama çok az şükrediyoruz . Her daim en iyisi olmaz , bazen çabalasak da bir şeyler hep eksik kalır. Olanlarla ,başarabildiklerimizle yetinmemiz lazım.
Teşekkür ederim Esra.