Deniz’i Eksik Ada

15.09.2022
502
Deniz’i Eksik Ada

Bir zamanlar Ada sahiden mutluydu. Ne korku ne de ümitsizliği vardı. Ne zaman içi sıkılsa gökyüzüne bakardı. Gökyüzünün ona bir anne şefkatiyle baktığını hisseder ve içindeki tüm olumsuz duyguları bir yana bırakıp hayatın tüm renklerini kucaklardı. Ada’yı tanıyan herkes enerjisine, güler yüzlülüğüne hayranlıkla bakarlardı. Ada bu davranışları sergilerken henüz 18 yaşındaydı.  Ada her yeni yaşında tanıdığı pek çok kişinin tanıdığı kalmadığını ve insanların sürekli değiştiğini anladı.

Ada çevresine her baktığında değişmeyenin bir tek kendisi olduğunun farkına varmaya başladı. Zamanla bazılarıyla arasına mesafe koydu, bazılarına sırtını döndü. Bazılarına ise ona nasıl geldilerse öyle gitme kararı aldı. İçindeki gökkuşağını sadece kendine saklamalı, diye düşündü.  Onu yakından tanıyanlardan bazıları ondaki değişimin nedenini farklı yorumladılar. Ada’nın onlara sadece birer ayna olduğunu düşünmek kimsenin aklına gelmedi.  Hayatından çıkardığı kim varsa Ada hiç olmamış gibi hayatına devam etti. Ada onların bu durumunu gördükten sonra hiçbir şey yokmuşçasına gülümsemeye ve neşesini dışa yansıtmaya karar verdi. Ada’nın bu durumunu görenler Ada’nın enerjisine ve güler yüzlülüğüne bir kez daha hayran kaldılar.

***

Gülen yüzü ile hala insanlara neşe saçıyordu. 25 yaşına gelmişti ve hala en büyük tutkusu gökyüzüne bakmaktı. Eskisi kadar boş vakti yoktu ama gökyüzüne bakacağı saati iple çekiyor ve gökyüzündeki yıldızları seyrederken günün tüm yorgunluğu bedeninden silinmiş, ona üzüntü veren her düşünceden sıyrılmış gibi hafifleyiveriyordu.

Bir gün tam da balkonda gökyüzünü seyre daldığı bir sırada telefonunun ekranına bir mesaj bildirimi geldi.  Göz ucuyla bildirime baktı, numara kayıtlı değildi. Fakat mesajın başı şu şekilde başlıyordu; “Nasılsın? Halini hatırını bir sorayım istedim…”  Ada bir numaraya baktı ve hafızasını yoklamaya başladı. Numara bir yerlerden tanıdık geliyordu ama çıkaramadı. Kendisini gökyüzüne bıraktığı zamanı bölmek istemedi ve mesajın devamını okumadan telefonu elinden bıraktı.

Sabahleyin alarmla birlikte kalktı ve gözü telefondaki mesaj bildirimine takıldı. Mesajı açtı, okumaya başladı. Mesaj birkaç cümleden ibaretti ama Ada’nın birden yüzü değişti. Numarayı nereden tanıdığını hatırladı. Mesaj Deniz’dendi. Bunca zaman sonra bu mesaj da neyin nesi acaba, diye düşündü. Aradan geçen bir buçuk yıldan sonra bu mesaj da neyin nesi? Cevap yazıp yazmamak arasında kaldı ama ne yazacağını bilmediği için cevaplamadı, kendini toparladı ve günlük işlerine koyuldu.  İşleri sırasında ne kadar düşünmek istemese de mesajdaki cümleler aklının bir köşesinde onu yokluyordu. Birkaç cümlelik bir mesaj onu nasılda bir anda tökezletivermişti, anlayamadı. Birkaç gün boyunca bu aklındaki cümlelerle boğuştu. Kendince sorguladı, neden aradı ama cevap bulamadı. Sadece mesajdaki cümleler aklının bir köşesinde asılı kaldı. “ Nasılsın? Halini hatırını bir sorayım istedim. Umarım bana hala kızgın değilsindir. Kötü bir niyetim yok, sadece hatırını sormak istedim. Seni üzdüğüm için özür dilerim.”

Aradan geçen birkaç günde Ada mesaja cevap vermeye karar verdi. Eve geldi, kendisini göğün kucağına teslim ettiği balkondaki köşesine kuruldu ve eline telefonunu aldı. Mesaja cevap olarak; “İyiyim, teşekkürler. Sen nasılsın? Her şey geçmişte kaldı, artık üzgün değilim.” yazdı. Mesajı yazması ile karşı tarafın cevap vermesi neredeyse bir oldu. Birkaç cümle konuştular ama Ada son mesaja “iyi geceler” dileyip son verdi.  Gökyüzünün kucağındaki köşesinde düşünmeye başladı.

Mesajın son kısmını düşündü; “Seni üzdüğüm için özür dilerim.” Ona yazamamıştı ama aklından geçen cümleler birikmeye başladı; “Ben seni bu kadar üzsem kahrolurdum. Değil özür dilemek, mesaj atmaya dahi utanırdım.” diye geçirdi içinden. Birkaç saat daha gökyüzüne baktı ve içindeki tüm duyguları bir kenara bırakıp yeniden kendisine geldi.

Aradan beş ay geçti. Nasıl olduysa bir anda ondan gelen bir mesajda buldu kendini Ada. Bu defa susturamadı kalbinin sesini ve hemen karşılık verdi mesajlara. Bu zamana dek her şeyle baş edebilen Ada’nın tek baş edemediği şey kalbiydi. Deniz’in gidişinin ardından bile duygularını bitmemiş, sadece üstünü örtüvermişti. İşte yine Deniz’di karşısındaki. Ona yeniden bir şans verip vermemesi gerektiği konusunda kararsızdı ama aklı kalbinin önüne geçemedi. Deniz öyle bir konuştu ki Ada ile… Ada kalbinde üstünü örtüverdiği duyguları bir anda gün yüzüne tekrar çıkarıverdi. Deniz’in ağzı hep iyi laf yapardı bunu en iyi Ada biliyordu. Deniz Ada’yı yeniden bir araya gelmeye ikna etti.  Onu kendisine yeniden bağladı. Bunun nedeni belki karşılıklı özlemdi belki de Deniz’in boşluğu idi ama bunu kimse gerçekten yaşamadan bilemezdi.

Barıştıktan sonraki ilk buluşmalarında Ada Deniz’in gözlerine baktı ve yine o âşık olduğu adamın gözlerindeki parlak ışığı gördü. Deniz’in gözündeki o parlak ışık onsuz geçen yılları bir anda gölgede bıraktı. Sarıldılar… Ada o an Deniz’i ne kadar özlediğini, bunu kendisine bile itiraf edemediğini anladı. Kokusunu içine çekti, hafif dalgalı saçlarını ve kirli sakalını sevdi. Birden sanki bir daha hiç ayrılmayacaklarmış gibi geldi.  Her buluşmalarında sımsıkı sarıldı, doya doya kokusunu içine çekti Ada. Sımsıkı ve doya doya…

Hani derler ya cicim ayları, tam da öyle oldu. Ne zaman ki Deniz Ada’nın sevgisinden yeniden emin oldu yine o umursamaz tavırları peyda oldu. Yeniden barıştıklarından beri ne zaman kavga etseler Deniz Ada’ya “Sen eskiden böyle değildin.” demeye başladı. Deniz’in bu cümlesine Ada’nın içinden verdiği cevap hep aynıydı. Biliyordu ki alışmak zaman alsa da Ada Deniz olmadan da yapardı. Deniz nasıl Ada olmadan yapabildiyse Ada’da yapardı ve eskiden de yapmıştı.  Her defasında kopan kavga kıyamette orta yol hep bulundu ama Ada yeniden olacakları sezmeye başladı.  Deniz’in değişen tavırları, değişen cevapları Ada’nın sabrını taşırdı. Deniz’in gözünde değersizleşen kendini gördükçe dayanamadı ve Deniz’den ayrıldı.

Ayrılıklarının ilk iki haftası Ada için kabus gibiydi. Ağladı, adını her duyduğunda resmini her gördüğünde gözlerinden boşanan yaşlara engel olamadı. İlk haftanın ortalarında yolda Deniz’i gördü. Ada tir tir titremeye başladı, kalbi yeniden parçalandı sanki. Ağladı, uzun uzun ağladı. İkinci haftanın sonunda Ada kendine söz verdi. Bir kere onsuzluğa alışmıştı, bir daha alışırdı. O günden sonra Deniz için ağlamayı bıraktı ve bunun için kendisine söz verdi. Ona olan kırgınlığı hiç azalmadı ama onu düşünmeyi bıraktı.

Ada yeniden kendisini gökyüzünün huzurlu kollarına bıraktı, toparlandı. Yeniden işlerine odaklandı, yüzü tekrar gülmeye başladı. Kaybolan neşesini yeniden bulmuştu. Günden güne şükrettiği şeyler artıyordu. Kendine verdiği sözü de asla unutmadı. Anka kuşu misali Deniz’in yangınından çıktıktan sonra küllerinden yeniden doğmak onun doğasında vardı.  Gökyüzü onun en büyük şifacısıydı. O günden sonra Ada gökyüzüne bakmayı ve kendisini onun huzurlu kollarına her gece bırakmayı asla bırakmadı.

 Gök şifaydı, Ada’nın şifası… Deniz yoksa uçsuz bucaksız gökyüzü vardı. Hem insanlar değişirdi ama gökyüzü hep aynıydı. Yıllardır Ada’nın hayatında değişmeyen bir gökyüzü bir de kendisi vardı.   İşte o günden sonra Ada ne gülümsemeyi ne de huzurunu özlediği gökyüzünü asla ihmal etmedi…

“Ne diyordu Turgut Uyar; Beraber sevinebiliriz, göğe bakalım!” 

Ne zaman kendinizi çıkmazda hissederseniz, dara düşerseniz, kendinizi ararsanız gökyüzüne bakın. Göğün maviliği içinize tatlı meltem rüzgârları estirsin. Meltem rüzgârları göğün bereketiyle ruhlarımıza umut tohumları eksin, gülümsemelerimiz umut tohumlarımızı beslesin. Umudunuzun, gülen yüzünüzün ve huzurunuzun hiç eksilmemesi dileğiyle…

YAZAR BİLGİSİ
Ayşe Yalçın
1995 yılında Ankara'da doğdu. Kastamonu Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. Şu an Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği ve Türk dünyası metinleri üzerine tercüme çalışmaları yapmaktadır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.