Kadın ve Sabır Taşı

15.05.2020
1.521
Fatih Sultan Yılmaz
1995 yılında Trabzon'da doğdu. Türkçe Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. 2016'da "Yalnız İşlere Bulaştım" ve 2018'de "Umut Yaratma Atölyesi" kitapları yayımlandı. Şiraze, Vesaire, Türk Edebiyatı, Kardeş Kalemler gibi dergilerde şiirleri yayımlandı. 2020 Yunus Emre şiir ödülünü aldı. 2021'de Türkoloji master eğitimini tamamladı. 2024 yılında "Abay'ın Ölümle İmtihanı" kitabı okurlarla buluştu. Hâlen Hacettepe Üniversitesi'nde eğitimine devam etmektedir.

Atıq Rahimi’nin “Sabır Taşı” Romanından İzlenimler

Edebiyat tarihi; yaşamı boyunca evrensel bir dille yazmadığı veya uluslararası bir ödüle layık görülmediği için “hiç” ya da hak ettiği kadar tanınmamış (kimisi ise ancak öldükten sonra çeviri eserleriyle tanınabilmiş) nice yazar, şairle doludur. Ülkemizde Sabır Taşı romanıyla tanıyabildiğimiz Afganistanlı yazar Atıq Rahimi’de Türkçe’ye çevrilen bu tek eserini eğer Fransızca kaleme almamış olsaydı; Goncourt ödülünü kazanamamış ve aynı talihi yaşayan meslektaşları gibi unutulanlar kervanında yerini almış olacaktı.

Nitekim, henüz 22 yaşında Sovyet savaşı nedeniyle sığındığı Fransa’da ana dili Farsça ile üç roman kaleme almasına karşın ona asıl şöhretini veren şiirsel bir Fransızcayla yazılmış Sabır Taşı romanıdır.


Sabır Taşı tiyatro uyarlamasından bir sahne

Afganistan’da savaşın ortasında bir evin tek bir odası içinde geçen eser; adeta bir tiyatro sahnesi gibi kurgulanmış ve kahramanına ünlü Sheakspeare tiradlarını andıran dokunaklı monologlar yazılmıştır. Okurun tezahür edebildiği yalnızca bu odadakilerden ibarettir. Sahnede bir tek kadın, tek başına yerdeki döşekte yatan seruma bağlı, bitkisel hayattaki kocasının başında tespih çekiyor. Molla, Allah’ın doksan dokuz adını tespihle çekerse kocasının iyileşeceğini söylediği için kocasının nefes hırıltısının ritminde, her gün Allah’ın bir adını zikrederek dua ediyor. Bulundukları odada döşeği ayıran perdeden başka, duvarda bir hançer ile kocasının resmi asılı. Bu döşeği ayıran perde okurda tiyatro izlenimini yineliyor. Duvardaki hançer ve resim atmosferin sahne ile bağlantısını kuruyor ve okuru öykü boyunca mekânın içine çekiyor. Sahne arkasından ise ağlayan çocuk sesleri ve amansız savaşın gürültüsü kadının trans halindeki monologuna eşlik ediyor. Sahne yer yer acıklı bir müzikale dönüşüyor. Burada göze çarpan nokta Molla ve tespih metaforudur. Rahimi, en başta kadın hakları olmak üzere toplumda inancın tam tersi istikamette seyreden unsurları örtülü bir dille yermiş ve dinin biçimciliğe dönüşmesi, toplumun gerçekle bağlarını koparması, ritüellerin manasından uzaklaşarak bir alışkanlık haline gelmesini ustalıkla eleştirmiştir. Kadın kocasına karşı değerini asla bulamamış bir sevginin öfkesini taşımaktadır. Her “Kahhar” çekişinde bir yanı merhamet içindeyken bir yanı da Kahhar’a (Yani “Okununca kalpte dünya sevgisi kalmaz.” “Nefse yenik düşülmez.” denilen) en çok ihtiyacı olduğunu düşündüğü insanların öfkesiyle doludur. Sanki bir kahhar çekip; “hepimiz için yalnızca bir addan ibarettin: Kahraman! Ve tüm kahramanlar gibi ortada yoktun!”diyerek tekrar susuyor. Her çekişin arasına gizli bir itiraf iliştirilmiş.


Yazar, “ailesinden, arkadaşlarından uzaklaştırılmış, evli kadınlarla görüşmesi caiz görülmeyen, iffetinden dolayı annesiyle uyumak zorunda kalmış” bu kadına her iki “Kahhar”dan birinde öfke kusturuyor. Diğerinde ise her şeye rağmen kocasını sevdiğini hatırlatarak okuru “kötülüğün, kötülükle alt edilemeyeceği” sloganıyla evrensel değerler içinde tutmayı başarıyor.

Eserde, bunun yanında ata-erkil toplum yapısının kadınlar üzerindeki etkisi de yoğun şekilde hissedilmekte. Rahimi’nin çizdiği kadın resmi; sanki tüm Afgan kadınları adına konuşan bir mücadele kahramanıdır. Ağzından çıkan her söz bir isyan şiiri gibi ezilmiş kadınlarca bayraklaşır.

Sabır Taşı sinema uyarlamasından bir sahne, 2012

Burada “Sabır Taşı” benzetmesine dikkat çekmek gerekir. Kadının hareketsiz bir biçimde yatmakta olan kocasına anlattıkları, yaptığı itiraflar özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlık inancında rastladığımız “günah çıkarma”, yapılan günahları itiraf edip arınma, vicdanı yumuşatma ritüelleriyle simgesel bir paralellik gösterir.

Bilincin zaman zaman dışa vurarak rahatlaması olarak da niteleyebileceğimiz bu durumu Freud şöyle açıklar: Toplumsal tabular, kabul görmeyen düşünceler veya inançlar bilinçli farkındalıklardan yoksun bırakılıyor ve yapılan dil sürçmesi ise bilinçaltında gizli olanı açığa çıkarmaya yardımcı oluyor.”[1] Freudyen sürçme adı verilen bu durum bilincin en derin kuyularında saklanmış sözel engeller, yasaklı dürtüler, cinsellik ve küfür gibi unsurların, bulduğu ilk fırsatta dışarı yansıtılması olarak niteleniyor. Kadının kocasına yaptığı itiraflar bu yansıtma bağlamında değerlendirilebilir.

Eserde savaş konusuysa ciddi bir yer tutmaz. Yaşanılan onca şey içinde savaş ufak bir detay, kötü bir süs gibidir. Sanki romanda adı geçen herkesin savaştan daha önemli işleri, daha büyük savaşları vardır. Rahimi burada biraz da kalemin kendi elinde olmasının özgürlüğüyle savaşı küçümsemiş, ömrü boyunca onu önemsizleştiren savaştan bu yolla intikam alma yolunu seçmiştir. Öyle ki; savaş tüm hızıyla devam ederken, kadının kocası arkadaşıyla girdiği bir boğuşma sırasında yaralanıp yatağa hapsolmuştur. Bu bir nevi yazarın savaşa; “bir gerçeğim olabilirsin ama asla dünyamın merkezimde sen olmayacaksın” demesidir. 

Yazarın bu mesajı açıkça vermesinin bir nedeni de toplumları savaşa götüren nedenlerin aslında toplumun kendi dinamiklerinde meydana gelen bozulmalar olduğuna dikkat çekmek istemesidir. Bu bağlamda zamanla manasını kaybedip değişime uğrayan kabullerin, baskıların, savaş ve dayatmaların karşısında durarak, toplum nezdinde söylenemeyenleri dile getiren bu eser, ömrün belirli aralıklarında tekrar tekrar okunmalıdır.

Sabır Taşı, Can Yayınları, 2014

[1] Sigmund Freud, Günlük Hayatın Psikopatolojisi, (İzmir: Atlantis Yayınları, 2015), s. 287.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.