Kurum Üzüm Yemeyen Hatun [Hikâye]

23.03.2025
91
Kurum Üzüm Yemeyen Hatun [Hikâye]

Bir kadın bir erkekle tokalaşıp selamlaştı mı orada bir dur!

Oruç tutan kişi, ağzını çalkalasa, su damağına gitmese bile orucu bozulurdu. O zevki ağız çalkalamaktan da alırdı. Abdulhakim’in kızına usta Mavlo’nın oğlunun bir avuç kuru üzüm getirdiğini kendi gözümle gördüm.

Utanma var mı onlarda? Şeriat yolu hakikat yolu. On bir yaşında peçe takmamış kızdan ümidinizi kesin. Peçe hayanın perdesidir.

Molla Norkazi her gün pazardan dönüp semaverin başına geçer ve canının istediği insanları etrafına toplayarak, gece yarısına kadar şeriatten yüz çeviren kadınlar hakkında böyle gevezelik eder; bazen parmaklarını açarak, bildiği aileleri sayıverir:

—Sotiboli’nin eşi eczanede çalışıyor, her gün binlerce insanla iletişim kuruyor: sonuçta, birisi olmasa öbürü göz kırpıyor! Melikazi’nin eşi otobüste kondüktör, bazen gece yarısında dönüyor; işinin erken bittiği günlerde bile gece yarısına kadar çalışıyor, kocasının haberi var mı? Izzatulla’nın kız kardeşi ise sanatçı, halkın önünde performans sergiliyor. Norbata’nın kızı tıp fakültesine gidiyor, binlerce arkadaşı var desek ne dersiniz! Erkeklerin arasında dolaştıktan sonra ne olurdu! Boyu yetişen kızlarını okula gönderen babalara hayret ediyorum… Kadınlarını veya kızlarını dans ederken gördüklerinde, Kur’an çarpsın ki “ayıp” diyerek çıkıp giderler… Hakikaten öyle!

Molla Norkazi, açık kadınların, kızların her bir hareketinde sapkınlıkla ilgili birçok işaret bulur. “Yedi kat perde arkasında” oturan kendi eşi ise bunların karşısında gözünde melek gibi görünür; namaz kılar, dizinden yukarısını avret sayarak, şalvar giyer…

Bir gün akşam namazı vaktinde Molla Norkazi avlusunda oturmuş, eşi ise çiçekleri suluyordu. O anda avlunun üzerinden alçaktan uçan bir uçak geçti. Eşi, korkudan vahşi bir bıldırcın gibi çırpınarak kaçmaya çalışırken yüzünü bir karnaygülün dalına çarptı. Yüzü kötü bir şekilde yara aldı. İçten içe üzüldü.

Sonunda, yeter artık! – dedi Molla Norkazi, – Uçak alçak uçuyor diye ne oluyor? İçindeki insan senin gözünde çok küçük bir karınca gibi görünür.

—Eğer karınca gibi görünüyorsam da görünüyorum, ne yapalım! – dedi eşi, gözleri dolarak.

Molla Norkazi, şaka yaparak onun üzüntüsünü hafifletmek istedi:

—Eh, hâlâ seni açacağım diye uğraşıyorum!

Eşi yüzüne alaycı bir şekilde baktı, sonra homurdanarak içeri gitti ve karanlık evin bir köşesinden onun sesi duyuldu:

—Herkesin mezarı farklı… Sıkıldınız mı, o alem bu alem, yüzümü karartmadan cevabımı verin…

O (karısı) bir hafta boyunca ağzını açmadı, üç gece yatağını değiştirdi. Molla Norkazi, o sözleri şaka olarak söylediğini anlatmak için alttan girip üstten çıksa da tepki aldı. Bir gece, şaka yoluyla eşinin temiz ve dürüstlüğü hakkında konuşmaya başlamıştı, eşi bunu duyunca gitgide  yumuşadı:

—Şakanız batsın – dedi, lambayı kısarken.

—İnsanın imanını sarsar. Açılmak bir yana, açık kadınların yüzlerini bile görmek istemiyorum, diye yemin ettim. Bir gün, beş altı açık kadın arasına karışıp kaldım, o vakit içim sıkıldı, ruhum daraldı. Rüyamda rahmetli babamı gördüm, benimle konuşmadılar. Bakın ne diyor, söylediği sözlere insanın yüzü dayanamaz: “Yabancı bir erkeğin eli beyaz saçı karartıyormuş”. Tövbe ettim..

O ne demekmiş ki?

—Abbov, ne kadar da gevşedin! Böyle sözler karşısında senin de hiç tutarlılığın yok. Uzak dur benden! Uzakta yat! “Yabancı erkek, insanın namusunu hatırlatır” derler ya!

Böyle şeyleri açıkça mı konuşuyorlar yani?

—Vah Allah’ım, çarşafını atıp sokakta dolaşmaya yüzü dayananın, utanması kalır mı! Allah kahretsin, ne kadar da reziller… Tövbe ettim!

Vücudunda can varken, beş altı erkek görmeden hayat mı olurmuş, buna hayat denir mi, derler ya! Üstelik bir de deprem olup herkesi yer yutmuyor ki! Tövbe estağfirullah…

Molla Norkazi ertesi gün semaver başına geçtiğinde, parmaklarını açıp tanıdığı açık kadınları tek tek saydı ve karısının söylediği suçlamaları her birine yakıştırdı, biraz da kendinden kattı.

—Sonunda, birisi bembeyaz saçlarıyla bana takıldı! “Saçın beyazlasa da rahat ölmeyeceksin galiba” dedim. O da “Saçım beyaz olsa da gönlüm kara” dedi.

—Bu sırada orada oturanlardan biri, bitmek bilmeyen konuşmalardan sıkılmış olacak ki, derin bir esnedi ve şöyle dedi:

—Ben size söyleyeyim Molla Norkazi, mesele peçede değil. Nikolay zamanında fuhuş yapan kadınlar başı açık gezmezdi ki! Şimdi siz her şeyi söylersiniz ama o kadar da değil, gözünüze öyle görünüyor. Bakın, size anlatayım: Hayatımda kadın işlerine zaafı olan biri değildim ama baharda köye giderken yolda bir kadınla beraber yolculuk ettim. Yanında bir köpek götürüyordu. Aynı sizin gibi benim gözüme de bu kadın alımlı bir kadın gibi göründü.

Şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim. Ses çıkarmadığına göre bir deneyeyim dedim. Meğer köpeğin ağzına deri bir tasma takmışlar. “Canım, neden köpeğinizin ağzını bağladınız? Sokakta kendi bulup yemesi daha iyi değil mi?” diye sordum. “Bunun da ağzı sizin ağzınız gibi geveze, dikkat etmek daha iyi” dedi. Ter içinde kaldım. Arkama bakmadan kaçtım…

Şeriat, kadını sıkı tutmak gerekir diyor ya, ama kadını ne kadar sıkı tutarsanız, o da sizi gaflete düşürmek için o kadar fırsat kollar.

Molla Norkazi, bu adamın basit bir gerçeği anlamamasına kızdı:

—Saçma söz! İşte benim karımın nasıl biri olduğunu ben iyi bilirim. Peçesini atıp iki gün sokakta gezsin bakalım!

O adam öfkelendi:

— Neden sokakta geziyor? Peçeli olsa bile sokakta gezmesi bile aynı anlama gelmez mi? Doğrusunu söyleyeyim mi? Peçeli kadın harama daha yakındır. Neden mi? Eğer yüzüne gülerek bakmazsanız, duvara bir dayanak koyup sokağa göz atar; elbise almazsanız, kendi çalışıp kendi alır.

Belki öyledir, ama Molla Norkazi’nin karısı iffetlidir. Eğer Molla Norkazi ona on yıl boyunca gülümsemese, çuvaldan elbise, keçeden şalvar giymeye mecbur bıraksa bile, aldırış etmez. Her kadınla dost olmaması bile onun ne kadar dürüst ve namuslu olduğunun göstergesidir. Onun sadece bir tek yakını vardır. Bu kadın hakkında Molla Norkazi şöyle der: “Onun annesi olur, eğer yeni doğurmuş olsaydı onun çocuğu olurdu. Onun için şu an yeryüzünde ne varsa, işte o kadının ta kendisi!” O, o kadar gelir, haftalarca, günlerce kalır ama bugüne kadar Molla Norkazi’ye tek kelime etmemiştir! Eğer şehirde şeriata sıkı sıkıya bağlı iki kadın varsa, biri Molla Norkozi’nin karısı, diğeri de odur! Namaz kılar, farz oruçlar dışında Aşura ayında da oruç tutar, fabrikada üretilmiş ekmeği ve günümüz mezbahalarında kesilen hayvanların etini yemez.

O geldiğinde, Molla Norqozi dışarıda, misafirhanede yatardı ve evini sanki nurlu bir ışıkla aydınlanmış gibi hissederdi. Bu yüzden, diğer misafirlere oldugu gibi onun “ikramı üç günle sınırlı” kalmazdı; ne kadar kalırsa kalsın, tavuk etini krepe sarıp kaymağa batırarak yemeğe devam ederdi. Uzun süre kaldığında, karısı söylenirdi:

— Kurusun gitsin, bir türlü gitmiyor da! Dudaklarım kuruyup kaldı. Erkeklik sadakanız olsun, insan bir kenara çekip öpmeyi bile bilmez mi!

Bunu duyunca Molla Norkozi kızardı:

—Kendine yakışır sözler söyle! Hafif meşrep olma! Misafir, Tanrı’nın bahşettiğidir.

Molla Norkazi bir yolculuğa çıkmak zorunda kaldı. Gitmeden bir gün önce, karısına haber verip o “melek” misafiri çağırttı. Sonra, orta kapının önüne giderek o ömürlük bacısından rica etti:

—Bacım, ben on gün içinde döneceğim. O zamana kadar arkadaşınızla birlikte olun. İşte, gördüğünüz gibi yeriniz hazır, keyfinize bakın. Olur mu bacım?

— Olur, diyorlar, – dedi Molla Norkazi’nin karısı. – Bu kişinin de benim gibi başka konuşacak arkadaşı yok.

Karısı, akşam yemeğini misafirhaneye götürdüğünde, Molla Norkazi ona sitem etti:

— İnsan utancından ölecek neredeyse! – dedi ağlamaklı bir şekilde. – Arkadaşım her geldiğinde bana bir şey getiriyor. Bu sefer de bir top ipek kumaş getirmiş. Oysa ben bugüne kadar ona bir mendil bile veremedim. Zaten yılda beş arşın basma kumaş yüzü görmüyorum. Dönüşünüzde şu zavallıya bir şey getirseniz ya, adam olsanız!

— Ah, deli kadın, kendisi bir şeye muhtaç olsa, sana bir şey getirir miydi? Her ne olursa olsun, Tanrı’nın verdiği nimettir, al koy bir kenara, güzel sözlerini de esirgeme!

— Hiç olmazsa bir peçe getirin, sevap olur. Kadına peçe almak, cami yaptırmaktan bile daha sevapmış. Peçesi eski, her geldiğinde başkasınınkini ödünç alıp geliyor.

— Peki, tamam. Ama ben dönene kadar seni yalnız bırakmasın. Komşularla girip çıkmayın.

Karısının yüzü birden aydınlandı. Dönerken genç kızlara özgü bir şımarıklıkla hafifçe döndü ve dedi ki:
— Bir eşyanıza zarar verdim, söylersem kızmazsınız değil mi? Getirdiğiniz resimdeki insanlar sanki insanın yüzüne bakıyor gibiydi. İğneyle hepsinin gözlerini oydum.

Molla Norkazi öfkelendi, çünkü bu “Mekke-i Mükerreme” tablosunu berber bir arkadaşından bin rica ile almıştı.

— Ama oradaki insanların hepsi hacıydı!

— Eh, ne olmuş yani, hacı da insan değil mi!

Karısı içeri girdi. Molla Norkazi yemeğini yedikten sonra çay bekleyerek oturuyordu ki, sokak kapısından genç bir kadın girdi. Başörtüsü elindeydi ve yüz ifadesi, evine hırsız girmiş de yardım istemeye gelmiş birine benziyordu. Molla Norkazi’ye kısa bir bakış attı ve doğrudan içeri yöneldi.

Kadının, bir erkeği görmesine rağmen yüzünü örtmemesi Molla Norkazi’yi rahatsız etti ve böyle terbiyesiz bir kadının içeriye – kutsal meleklerin yanına – girmesini istemedi.

— Hey, hey! Kime bakmıştınız?

Kadın orta kapıdan içeri girdi. Molla Norkazi öfkeyle yerinden kalktı, kapıya giderek tüm gücüyle bağırdı:

— Hey kadın, diyorum, ne kadar arsızsın! Deli mi bu kadın…

Tam o anda içeriden kendi karısının sesi duyuldu:

— Ah, ne biçim kadın bu! Başkasının evine böyle baskın yapar gibi giriyor!…

Bir şey yere çatırtıyla düştü, bir eşya kırıldı. Evin kapısı gümbür gümbür açıldı. Bir anlık sessizlikten sonra, o yabancı kadının çığlığı duyuldu:

— Allah seni kahretsin, sen delisin! Benim iki çocuğum var! Bekâr erkek mi tükendi de?

Yine bir şey kırıldı.

— Hey, ne oluyor?! – dedi Molla Norkazi eşikte durarak. – Bacım, siz kendinizi bir kenara çekin! Ne diyor bu çılgın kadın?

Yabancı kadın sundurmaya[1] çıkıp feryat üstüne feryat kopardı. Bir anda damlar, duvarların üstü, iç ve dış avlu insanlarla doldu. Molla Norkazi, sundurmanın altına gelip kadının eteğinden çekiştirdi ama kadın var gücüyle tekme savurarak onun ağzını burnunu kan içinde bıraktı. Bununla yetinmeyip üstüne atıldı.

— Ey halk! Bu nasıl bir erkek ki, karısını bir başkasıyla koyup kendisi kapı önünde nöbet tutuyor! Vay haline! Karına bekâr erkek mi kalmadı! Benim iki çocuğum var…

Eğer insanlar araya girmeseydi, bu kadın Molla Norkazi’yi parçalayacaktı. Molla Norkazi, ağzını tutarak kenara çekildi. Karısı, kapının yanında duvara yaslanmış, yüzü ölü gibi solgun, titreyerek duruyordu. Yabancı kadın bayılıp yere düştü. İki kadın içeri girip o “melek” kişiyi evden çıkardılar. O, atlas gömlek ve şalvar giymiş, başı ve ayakları çıplak, genç ve yakışıklı bir adamdı. Herkes sessizliğe büründü. Bu sessizliği yetmiş yaşlarında bir ihtiyar bozdu. O, Molla Norkazi’ye elini kaldırarak sert bir konuşma yaptı:

— İnsanlığın sadakası olasın! Ayıp değil mi? Kadın idare etmek elinden gelmiyorsa boşan gitsin! Çek git mahalleden, yoksa biz gideceğiz!

Duvarın üstünde duran on iki yaşındaki bir kız, yerden bir avuç toprak koparıp Molla Norkazi’ye fırlatmak için doğruldu.

— Hey kahrolası! Şunu başına atayım mı! Mahallede kötü kokular saçıyor, öğrenci kızlara rahat vermiyorsun ama kendin yanlış işler yapıyorsun…

Herkesin dikkati, kadın kıyafetleri içinde kapının yanında yere bakarak duran gence çevrildi.

Yine derin bir sessizlik çöktü. Bu sessizlik, ağır bir değirmen taşı gibi Molla Norkazi’nin omuzlarına çöktü, onu ezdi geçti.

O, duvarın üzerindeki kıza bakarak boğuk bir sesle bağırdı:

— Sen konuşma! Sana kim söz hakkı verdi! Usta Mavlo’nın oğlundan bir avuç kuru üzüm aldığını kendi gözlerimle gördüm!..

Herkes kahkahalarla güldü. Çatının üstünden biri bağırdı:

— Ha, sanki onun karısı hiç üzüm yememiş gibi!


[1] bir kapı ya da herhangi bir geçidin girişini küçük bir çatı gibi yağmur, güneş vb. etmenlerden koruyan ve arkası duvara verilen yapı.

YAZAR BİLGİSİ
Fatih Sultan Yılmaz
1995 yılında Trabzon'da doğdu. Türkçe Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. 2016'da "Yalnız İşlere Bulaştım" ve 2018'de "Umut Yaratma Atölyesi" kitapları yayımlandı. Şiraze, Vesaire, Türk Edebiyatı, Kardeş Kalemler gibi dergilerde şiirleri yayımlandı. 2020 Yunus Emre şiir ödülünü aldı. 2021'de Türkoloji master eğitimini tamamladı. 2024 yılında "Abay'ın Ölümle İmtihanı" kitabı okurlarla buluştu. Hâlen Hacettepe Üniversitesi'nde eğitimine devam etmektedir.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.