“Salgın” Salgını: Körlük
Salgın kelimesini duymaktan/okumaktan fena olanlar, lütfen bekleyin! GÖRMENİZİ istediğim şeyler var! (Dikkatinizi çektiğime göre baştan anlaşmalıyız ki, o kelimeyi biraz fazla kullanacağım.) Jose Saramago da bana vefatından tam 10 yıl sonra aynısını söyledi. Yahut 25 sene evvel söyledi; ben yeni duydum.
Nobel ödüllü yazar Saramago tarafından 1995 yılında bir çift camın ardından kaleme alınan “Körlük” aynı adı taşıyan bir salgın sürecinden bahsediyor. Eser 2008 de beyaz perdeye taşınıyor. Perdede, sayfada durduğu gibi durmuyor diyebilirim. Kim bilir belki de göremediğim şeyler vardır.
Hikâye, bir kırmızı ışıkta aniden kör olan bir adam ile başlıyor. Öyle ki yakın temas çevresi, muayene için gittiği göz doktoru da dahil, viral olduğu tahmin edilen bu hastalığa tutuluyor. Hastaların “Beyaz, hem de süt beyazı” şeklinde betimlediği salgın gerçek körlerin ışık yoksunluğundan (karanlıktan) dolayı göremediği gerçeği ile bağdaşmadığından ülkede genel bir korku ve panik salgını başlıyor. Hükümet, bir akıl hastanesini körlük için karantina bölgesi ilan ediyor ve her geçen gün vakalar katlanmaya başlıyor. Göz doktorunun karısı, eşini yalnız bırakamıyor ve körlüğe yakalanmamasına rağmen onunla birlikte karantinaya dahil oluyor. İnsana, insanlığa ait son umut olan bu kadın takdir edilesi bir mücadele örneği veriyor.
Kurgusu çarpıcı hatta açık söylemeden edemeyeceğim, rahatsız edici düzeyde gerçekçi olan bu eser kesinlikle okurken de izlerken de gözlerinizi yoklatıyor. Bir bilinç oluşturuyor. Ahlaki çöküşün, yozlaşmanın fotoğrafını size göstermiyor, içinde bırakıyor.
Romanın sinemaya uyarlanışını harika olarak değerlendiremeyeceğim. Bir hayal kırıklığı da değil. Ne diyorum ben?
Ah gözlerim!
Şimdi iyiyim.
Kesinlikle görmeniz lazım…